Bu kitap Kudsi Erguner’in Ayrılık Çeşmesi kitabında olduğu gibi daha şahsî olarak kaleme alınmış, bir nevî biyografi kitabıdır. Süleyman Hoca babası (Ulvi Erguner) ve dedesinin (Süleyman Erguner) hayatları ve müzisyen kişiliklerini bu kitapta geniş bir biçimde anlatmıştır. Her iki neyzenin yetiştirdiği talebeleri ve mûsıkîye katkılarını anlatmış ve pekçok fotoğraf ile belgeye kitabında yer vermiştir. Kitap bizlere sâdece iki neyzene dâir değil, o döneme dâir de pekçok bilgiyi aktarır. Dönemin ictimâî yapısı, insan ilişkileri, zevk ve duyuşu, âile ve mahâlle ilişkilerine kadar pekçok tahlili kitapta bulabiliriz. Süleyman Erguner’in özellile Özbekler Tekkesi ve tekkenin müdâvimleri hakkında verdiği bilgilerle bir dönemin san’at ve mûsıkî zevkini öğreniyor, tekke kültürü ve tekkelerin ‘’esas’’ işlevini bizzat orada bulunan bir insandan okuyoruz. Eski İstanbullu mûsıkî erbâbının gelenekselleştirmiş bir faaliyete vücût verdiklerine yine bu kitapta rastlamaktayız. Müzisyen olsun olmasın, mûsıkîye gönül vermiş kişilerin (ressam, şâir, edip, muâllim vb. toplumun her kesiminden insan) evlerinin kapılarını mûsıkî meşk etmek için açtıklarını ve bu faaliyetin haftada bir kere muhtelif kişilerin evlerinde tekrarlandığını görüyoruz. Bu faaliyet Türk Mûsıkîsi’nin kısır bir döngüde olduğu zamanlarda var olanın muhâfazası ve sürdürülmesi için çok elzem olmakla birlikte, bir nevî konservatuar hâlini alan o toplantıların geleceğin büyük bestekâr ve mûsıkîşinaslarının yetişmesinde çok büyük bir payı olduğunu anlamaktayız. Genel mânâda Ergunerler’i ve o dönemdeki müzisyenleri, müzik çevrelerini tanımak için bu kitabın okunmasını tavsiye etmekteyiz.
Kudsi Erguner’in tanıtımını yaptığımız ikinci kitabında diğerinin aksine ney, neyzenler ve mûsıkî hakkında geniş bilgilere ulaşacak ve Erguner âilesine dâir bilgileri doğrudan birincil ağızdan okuyacaksınız. Kudsi Hoca, eğitim hayatı, Paris’e gittiği yılları, o dönemin müzik çevrelerini, mûsıkî ile ilgili yaptığı çalışmalarını bu kitapta geniş bir ölçüde anlatmıştır. Diğer kitaba nazaran daha sâde ve okunması kolay olan bu kitabı Neyzen Kudsi Erguner’i ve kitapta adı geçen pekçok neyzen ve diğer sâzendeleri merâk edenlerin, ayrıca o dönemdeki Türk Mûsıkîsi’ne dâir çalışmaları ve yurtdışında verilen konserleri öğrenmek isteyenlerin okumasını tavsiye ederiz.
Erguner kardeşlerin büyüğü olan Kudsi Erguner’in tanıtımını yapacağımız iki kitabından biri olan ‘’Bir Neyzen, İki Derya’’, kitabın kapağından da görülebileceği üzere Şems ve Mevlânâ Hazretleri hakkında ve Mevlânâ’nın öğretisi çerçevesinde şekillenen İslâm Tasavvûfu’na dâir görüş ve izahatlara yer vermektedir. Kudsi Hoca, bu kitabı kaleme alırken bizim görebildiğimiz kadarıyla Kur’an ve Mesnevî kitaplarından yararlanarak bunlar üzerindeki bilgi ve birikiminin yardımıyla, Mesnevî, tasavvûf vb. hakkında çeşitli görüşleri ve fikirleri hafif sert bir üslûp ile tenkîde mâruz bırakarak ele almıştır. Kur’anî târihî ve tasavvûfî yapılan yanlışları, kaynak göstererek yermiş ve kendi düşüncelerini ifâdeye koymuştur. Ney ve mûsıkînin doğrudan konu edilmediği bu kitap, ömrünü bu konulara vakfetmiş bir insanın kaleminden okumak isteyen meraklılara tavsiye olunur.
Bir tıp târihçisi olan Bedî Nûri Şehsuvaroğlu’nun yazdığı Halil Can kitabı, merhûm neyzen Halil Can’ın ölümüden sonra onun azîz ve muhterem hatırası için kaleme alınmış; bir nevî onun rûhuna takdîm edilmiş mânevî bir hediye mâhiyetindedir. Kitabı okuyanlar çok net bir biçimde göreceklerdir ki kitap genel olarak Halil Can’ın Hz. Mevlânâ ve Klâsik Türk Mûsıkî’si için tüm hayatı boyunca nasıl yoğun bir çaba sarf ettiğini ve hiçbir menfaat gözetmeksizin bu hizmetlerine vefât ettiği son güne kadar devam ettiğini; mûsıkî ilminin yayılması ve gelişmesi için yine bir karşılık beklemeden tüm ilmini talebelerine aktaran emektar bir hoca olduğunu bizlere anlatmaktadır. Kitabın büyük bir kısmını Halil Can’ın eşi, dostları, talebelerinin onun hakkında ifâde ettikleri duygu ve düşünceleri oluşturmaktadır. Son bölümde Halil Can’ın Mevlânâ ve Mevlevî Âyinleri hakkındaki görüşleri ile bestelediği Bayâti-Bûselik ve Hisar-Bûselik peşrevlerinin notalarına yer verilmiş, pekçok fotoğraf da yine kitabın ilgili sayfalarına ve sonuna ilâve edilmiştir. Halil Can’ın mûsıkîşinas vasfının yanında eczâcılık bölümüden mezuniyeti sonrasında görev yaptığı yerler, meslekî alandaki çalışmaları ve ordudaki muvazzaf asker olarak hizmetlerini de yine bu kitapta okuyacaksınız. Kitapta üstâdın neyzenlik tarafına dâir pekçok görüşe ulaşacak, Konya Mevlânâ İhtifâlleri’nde sâhip olduğu yerin büyüklüğünü ve ihtifâllerin gerçekleştirilebilmesi için sarf ettiği çabayı göreceksiniz. Kendisi hakkında yazılan şiirler ve târih düşürmeler ile ney hakkında yazılmış pekçok şiir de kitapta mevcûttur.
T.C. Kültür Bakanlığı’ndan çıkan ve Feyzi Halıcı’nın hazırladığı bu kitap, yaklaşık olarak 60 sayfadan oluşan, Feyzi Halıcı’nın hatıralarını, Hayri Tümer’in verdiği bilgileri ve kimi şâirlerin ney ile ilgili şiirlerini içeren bir kitaptır. Kitabın temel konusu Neyzen Hayri Tümer’in en basit hâliyle neyin nasıl üfleneceği hususunda aktardığı bilgi ve metodlardır. Aslına bakılırsa bugün mevcût olan ney metodlarında bu kitabın ihtivâ ettiği bilgilerin kat be kat fazlasını ve ayrıntılısını bulabilirsiniz. Fakat, faklı bir devrin adamı ve neyzeni olan bir üstâdın ney üzerindeki tasarruf ve tecrübesini nasıl aktardığını, bu aktarımı yaparken kullandığı üslûbu okumak isteyenler, belki de günümüz neyzenlerinin deyinmediği birkaç noktayı ifâdeye koyan Hayri Tümer’in işâret ettiği bu noktaları görme arzusunda olanlar ve pek tabiî kitabı yayıma hazırlayan Feyzi Halıcı’nın şahsî anlatımlarını merâk edenler bu kitabı okumayı tercih edebilirler.
Edebiyatçı Beşir Ayvazoğlu’nun kaleminden çıkan bu kitap kendi ifâdesiyle de bir nevî deneme olup neyzenler silsilesini konu almaktadır. Kitap, giriş bölümlerinde Hazreti pîr Mevlânâ, Mevlevîlik, Mevlânâ’nın yaşadığı dönem ile siyasî mevzuular ve bu mevzuuların Mevlânâ ile olan ilintileri gibi konuları kısaca anlatmaktadır. Kitabın ilerleyen sayfalarında Aziz Dede, Emin Dede ve Halil Dikmen’e oldukça geniş bir yer verilmekle birlikte, Aziz Dede’nin Hocası olan; Şeyh Said Dede’nin talebisi Neyzen Sâlim Bey hakkında da bilgiler sunulmakta ve büyük neyzen Aziz Dede ile birlikte devam eden silsilenin başlangıcı ortaya konulmaktadır. Bu kitap bizim anladığımız ölçüde, bugün icrâ edilmekte olan ney tavrının (diğer bir ifâdeyle ‘’tekke tavrı’’) aslında Aziz Dede’den Emin Dede’ye, Emin Dede’den Ressam ve Neyzen Halil Dikmen’e aktarıldığını göstermektedir. (Aziz Dede’den Halil Dikmen’e kadar geçen zamanda gayettabiî pekçok kıymetli neyzen vardır. Temel olarak birkaç isimden bahsetmemizin sebebi hoca-öğrenci silsilesini kaynaklardan tespit ettiğimiz ölçüde basit olarak göstermektir). Günümüzde eski neyzenlerin icrâ ettikleri tavrı pek tabiî duymanın imkânı neredeyse yoktur. Bu duruma en büyük etken Halil Dikmen’in öğrencisi olan, neye tavır hususunda yeni bir soluk getiren; büyük oranda Mes’ûd Cemil Bey’den etkilenen Niyâzi Sayın’ın yaptığı değişiklik, yenilik ve eklemelerdir. (Arzu edenler Emin Dede’nin ve Halil Dikmen’in kayıtlarına Youtube’dan ulaşarak farkı mukâyese edebilirler. Not olarak ekleyelim; elimizde Emin Dede’ye âit yalnızca tek bir kayıt vardır. O da Sâdettin Kaynak’ın Hüzzâm makâmında okuduğu bir Durak olan ‘’Ey Habîb-i Kibriyâ’’ adlı eserde yaptığı taksîm ve esere refâkattir) Beşir Ayvazoğlu, kitapta sadece neyzenlerin hayatlarına yer vermemiş, aynı zamanda Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halid Karay, Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) gibi edebiyatçılarımızın romanlarındaki ney ve neyzen tasvirlerinden de yararlanarak ney sazının târih ve estetiğine elinden geldiğince ışık tutmaya çalışmıştır. Kitabın son bölümünde Dîvan Edebiyatı şairleri ve daha çağdaş sayılabilecek edebiyatçıların ve şâirlerin ney hakkındaki şiirlerine de yer vermiştir. Kitabın içerisinde neyzenlerin fotoğrafları, resimleri ve mekân fotoğrafları da vardır. Ney ve neyzenler hakkında bilgi, onların yaşantıları, hayata karşı bakış ve duruşları, mûsıkîye hizmetlerini öğrenmek isteyen kişilere bu kitabı okumalarını tavsiye ederiz.
Bu yazı Neyzen Tevfîk’e dâir bir kitap tanıtımının ötesinde neredeyse hiç anlaşılmamış, anlaşıldıysa da yanlış anlaşılmış, hakkında pekçok gayriciddî yazının olduğu, ‘’sarhoş’’ ve ‘’meczûp’’ sıfatlarının dışında bir lafz ile anılmayan bir üstâdın hayatına dâir bilgiler sunacaktır. Neyzen’i şimdiye kadar 2 cephede yer alan gürûh ele almıştır. Birinci grup muhafazakâr ve mütedeyyin olarak adlandırılan ve neredeyse içkici olduğundan dolayı Neyzen’i taşlayan ve hiç sevmemiş olan; diğeri ise tam tersi istikâmette değerlendirip, Neyzen’i içkici olmasından dolayı muhabbet ve rakı sofralarına fıkra ve hikâyeler vâsıtasıyla meze eden gruptur. Evvelâ Üstâd’ı bu iki cephenin de elinden kurtarıp ona hak ettiği yeni ve saf bir cephe açmak gerekmektedir. Biz bu yazımızda Neyzen’e dâir bâzı hususlara değinirken aynı zamanda da kitaba dâir bir tanıtım sunacağız sizlere. Hatâmız olursa affola. Tevfîk’in döneminde Neyzen denildiği vakit akla yalnız bir isim gelirdi, o da Tevfîk Kolaylı’dır. Mısır, İran, Irak’ta kendisine ‘’Rabb’ül Ney’’ derlerdi. Nâmı yalnızca bizim memeleketimizde değil, bu yakıştırmayla takdir edersiniz ki diğer memleketlere de yayılmıştır. Tevfîk’in, döneminin yegâne ‘’Neyzen’’i olmasını, daha evvel kitabının tanıtımını yaptığımız Üstâd Hayri Tümer’den dinleyelim; ‘’Son devrimizin büyük neyzenlerinden Neyzen Tevfîk Kolaylı 1869’da Muğla vilâyetinin Bodrum kazâsında doğmuş, 1953’te İstanbul’da 76 yaşında vefât etmiştir. Devrinin çok kıymetli mûsıkî üstâdlarından istifâde eden, Arapça ve Farsça’ya da hakkıyla vukûfu olan, hâfız ve Mesnevîhân olan bu zât medrese tahsîli yapmış, şiir ve edebiyat âleminde de neyzenliği kadar meşhûr olmuştur. Bilhassa hiciv vâdisinde çok büyük bir şöhret olan Tevfîk hakkında yalnızca ‘’Neyzen’’ tâbirinin kullanıldığını söylemek, mûsıkîdeki kudretine ayrıca bir delildir. Çünkü neyzen denildiği zaman yalnız Neyzen Tevfîk Kolaylı kast edilmiş olurdu ki, o devirde yüzlerce neyzen vardı. Bu zâtın, bir gün rahatsızlığı dolayısıyla tedâvide bulunduğu hastahâneyi ziyâretimde mûsıkî konusu konuşulurken söylediği vecîzeyi bir nîmet olarak kayıt etmeyi borç bilirim. ‘’Akort mûsıkînin sıhhati, tempo ise nabz-ı darabânıdır.’’ Bu tanımlama bütün dünyâ mûsıkî âleminin kabûl ettiği bir îzâhattir. Akortsuz ve temposuz gelişigüzel mûsıkî vâveylâdan başka bir şey olamaz. Neyzen Tevfîk yine bir gün bana: ‘’Falanca kimse sazını iyi icrâ ediyor derler. Bu nedendir bilir misin? Çünkü o kimse mâkamât-ı mûsıkîyye’nin îcap ettirdiği sesleri yerinde kullanmayı bilir; noktasına ve virgülüne riâyet eder de onun için’’ demişti. Kendisini rahmetle yâd ederim. Nây’ını onun gibi ustalıkla, kuvvetle, bilgiyle, istediği şekilde üfleyen son devrin neyzenlerine pek tesâdüf edemedim. Hayâtı
hakkında İstanbul’da birçok kitaplarda, gazetelerde yazılar çıkmıştır. Birçok taksîmleri de plâklara alınmıştır. Birinci Dünyâ savaş’ı sırasında kurulan ‘’Askerî Mehterhâne Takımı’’nda mehter sazbaşı olarak bulunduğu zaman, Nihâvend ve Şehnâz-Bûselik makamlarında iki saz semâîsi bestelemiş, bunlar da zamanımıza kadar gelebilmiştir.’’, diyor merhûm Üstâd Hayri Tümer. Neyzen’in neydeki kuvveti ve çıkardığı sesin güzelliğine dâir bir alıntı daha yapmak istiyoruz. Rahmetli yazar, şâir ve neyzen Hakkı Bahâ, Tevfîk’in üfleyişine dâir şu tanımlayamayı yapıyor: ‘’Bir kamış parçasından bir ses ve nağme cihânı yaratan eşsiz bir virtüözdür’’. Bilhassa bu sazı üfleyenlerden bu iki örneği buraya almayı uygun gördük ki Neyzen’in saz üzerindeki kuvvet ve hâkimiyetine bir örnek teşkil etsin. Tevfîk’in ‘’sihirli düdüğüm’’ dediği neydeki üstâdlığı kadar İranlı şâir ve profesörlerin takdirini kazanacak derece kuvvetli bir Farsçası, Elmalılı Hamdi Yazır’ın ve Mehmet Âkif’i hayrete düşürecek kadar da kuvvetli bir Arapçası vardır. Tabiî, onu asıl kuvvetli yapan taraf, bu iki lîsânı şiirlerinde ustalıkla kullanmasından ileri gelmektedir. Bu durumla âlâkalı birer örneği, tanıtımını yaptığımız kitaptan alıntı yaparak aktaralım. İlk olarak Âkif’in Neyzen’in lîsânı kullanması hakkındaki görüşlerini yazalım. Mehmet Âkif, ‘’ Ben zaman olur ki bir kelime üzerinde günlerce meşgûl olurum. Eğer Tevfîk bunu yapsa hârikulâde eserler yaratır. Ne yapalım ki yaratılışı buna müsâit değil’’ demektedir. Okuyucularımızın anlaması için Neyzen’in şiirlerini nasıl yazdığını da hemen burada belirtelim. Üstâd, yazdığı şiirleri bir parça kâğıda ya da sigara kutusu arkasına ya da bulunduğu yerin duvarına yazar bırakırdı. Bu sebeple ucu tükenmek üzere olan ufak bir kurşun kalemi her zaman cebinde taşır ve vecd hâlindeyken şiirlerini olduğu yerde nereye bulsa yazardı. Bunları da rahmetli kardeşi Şefik Kolaylı’dan öğreniyoruz. Bu sebepledir ki Üstâd’ın 1919’da basılan ‘’Hiç’’, daha sonra 1924’te basılan ‘’Azâb-ı mukkaddes’’ kitaplarının içinde Neyzen’in tüm şiirleri yer almamaktadır. Ek bilgi olarak ekleyelim, 1924’te çıkan ‘’Azâb-ı Mukaddes’’in bir kısmı 1924’te; tamamı ise 1949’da basılmıştır. Arapçası hakkında Âkif örneğini verdik. Şimdi de Farsçasına dâir ufak bir örnek aktaralım. Tevfîk’in cenâzesine katılanlardan biri de döneminin büyük Fars dili profesörlerinden İranlı bir zâttır. Neyzen’in yakın dostları bu İranlı şahsı tanımadıklarından ötürü kim olduğunu sormak isterler. Profesör şöyle bir cevap verir: ‘’Neyzen bizim dilimizi çok iyi derecede bilen ve bu bilgisiyle mükemmel şiirler yazan bir üstâd idi. Biz İranlılar olarak kendisini çok severdik. Şükrân borcumuzu ödemek maksadıyla cenâzesine gelmiş bulunmaktayım’’ demiştir. Neyzen hakkında düşüncelerini dile getiren, döneminin kıymetli sîmalarından birkaç örnek aktarmak istiyoruz:
‘’Bence ney, mey ve Neyzen’den bir varlık hâlinde Neyzen Tevfîk oluşmuştur’’. (DR. Rahmi Duman) ‘’Neyzen hâke düşmüş bir cevherdir’’. (Ahmet Râsim) ‘’Bizim Neyzen Tevfîk, târihin ve efsânelerin şahsiyet ve hüviyet verdiği Diyojen’in yirminci asırdaki ağabeyidir’’. (Refik Ahmet Sevengil) ‘’Her bilgine eskiden ‘’mevlânâ’’ denirdi. Fakat adı anılmadan, ‘’Mevlânâ’’ dendi mi, hatıra ancak, insanlık babalarından biri, Belh’te dünyayâ gelen, Konya’da gönüllere gömülen ebedî Mevlânâ gelir. Tıpkı onun gibi adı anılmadan ‘’Neyzen’’ dendi mi de hatıra Tevfîk geliyor. Onun neyini, bestelerini incelemek, müzikteki kudretini belirtmek, benim haddim değil; bu işi bilmem ben. Yalnız bildiğim bir şey varsa Neyzen’in Batı müziğini beğenmediği, halk havalarından arada bir hoşlandığı, Doğu müziğini ise ‘’Mûsıkî nâmına zillet’’ saydığıdır. Ben Neyzen’in şiirine, şiirinden ziyâde de düşencesine, cesâretine, kâinatı kucaklayan sevgisine, halktan ayrılmayan varlığına hayranım. Medresenin dar, tekkenin mistik tefekkürüne, parlak ve ileri bir şuurla dâima isyân etmişti. Hattâ yaşadığı çağda, onun isyân sesinden daha gür bir ses duyulmamıştır desem sanırım ki ileri gitmiş olmam. O, bu anlayışı, yalnız düşünerek, gözlerini kapayıp içine dalarak, güzele, güzelliğe vurulup ‘’Sanat, sanat içindir!’’ hükmüne inanarak kazanamazdı. Neyzen, yeryüzünün insanıydı, gözü açıktı, olayların içindeydi, yurdu, dünyâyı görüyordu, iyiyi, kötüyü, anlıyordu ve dâima ileri fikrin, hür düşüncenin, insan görüşünün, sınırsız gerçeğin yanında yer alıyordu. O, her gün biraz daha olmadaydı. Arapçayı, Farsçayı iyi bilen Neyzen, tercümelerle Batı’yı da tanıyordu. Ölüm döşeğinden kaldırıldığı vakit, yastığının altından bunların en kuvvetli ve yaşayan örneklerinden dört eser çıkmıştı. Cenâze töreni, Mevlânâ’nın cenâze töreninin küçük çapta temsili olan, tabutu halk tarafından kucaklanan, halkın ve gerçeğin Neyzen’i, böyle bir iki satır ile anlatılamaz. İleride onun hakkında bir kitap hazırlayabilirsem Neyzen’i, belki anladığım kadar anlatırım. Bu silik satırlar, bugünlük, ancak ona karşı duyduğum özlü, canlı bir sevginin belirtileridir’’. (Abdulbaki Gölpınarlı) ‘’Neyzen’in çok kimseler yalnız ‘’hiciv’’lerini bildiği ve onu asıl cephesinden tanımadıkları için Neyzen Tevfîk’i yarım tanırlar. Onun bütününe erişmek pek kolay bir iş olmadığı gibi, onun felsefe tarafını hicivleriyle mukâyese ederek hüküm yürütüler. Hâlbuki bu bir mânâ ifâde etmez, bilâkis anlaşılması istenen mânâdan, yâni merkeze gidecek yerde, merkezden muhite gidilmiş olur ki tamamen aksi bir istikâmettir. Ortada dolaşan abuk sabuk küfürnâmelerin bir çoğunun kendisiyle âlâkası yoktur. Onun şiirlerini, şarkı, gazel, kasîde
ve nefeslerini ince bir süzgeçten geçirin, içinde ne bir toz, ne de bir çapak bulamazsınız. (Osman Nihat Akın) ‘’Çok güzel ney çalanlara yetiştik. Fakat gençliğimizin en yüksek neyzeni şüphesiz ki Neyzen Tevfîk’tir. Bu büyük sanatkârı nasıl tanıdığını Mevlânâ evlâdından Sâdettin çelebi şöyle anlatırdı: ‘’Abdülhâlim Çelebi’nin nezdinde idik. Kıvırcık saçlı, yuvarlak yüzlü, iri gözlü, esmer bir can vardı. İsmi Tevfîk imiş. Kendisine biraz ney üflemesi ricâ edildi. Ceketinin iç cebinden bir ney çıkardı. Öyle bir dem tutturdu ki kamış dayanamayıp çatlayarak ikiye ayrılacak sandım. Bunca senedir mûsıkî ile uğraşırım. Ne öyle bir taksîm, ne de öyle bir ney dinledim.’’ (Refî Cevad ulunay) Hemen hemen bütün neyzenlerin bir hocası vardır. Sâdece neyzenlerin değil, tüm sâzende ve hânendelerin bir hocası vardır. Meşk yoluyla bilgi ve tecrübe hocadan öğrenciye aktarılır. Bu yolla hoca öğrenci arasında bir meşk ve muhabbet meydana gelir. Bu bir silsile hâlinde yüzlerce yıldır devam eden bir mûsıkî öğrenme ve öğretme sistemidir. Fakat, bu gidişât Neyzen’e uymaz. Kendi deyimiyle, o kendi kendisinin hocasıdır. Gâyettabiî, Tevfîk de neye ilk başladığı zamanlarda tutuş, icrâ, teknik açılardan birkaç hocayla meşk etmiş, fakat bu uzun sürmemiştir. Tevfîk’in gerek mûsıkîdeki yeteneği, gerek lîsân ve şiirdeki kuvveti tamamıyla kendi çaba ve emeklerinin ürünüdür. Bu yönüyle de diğer müzik adamlarından ayrılmaktadır. Neyzen için ‘’fenâ fi’l-ney’’ demek, zannediyoruz ki mübâlağa olmaz. Yâni, bununla kastımız şudur; tüm şahsiyetiyle neyin varlığında yok olmuştur ve bir volkandan püsküren lav misâli tekrardan feverân etmiştir. Şahsiyetini neyle kazanmış ve ölene kadar da bu hüviyet ile gökkubbe altında varlığını sürdürmüştür. Hemen şunu da belirtelim; hangi devirde olursa olsun, neyzenler ‘’neyzen’’ olabilmek için muhakkak mevlevîhânelere giderek bir postnişine intisâp etmişler ve mevlevîhânelerde eğitim görmüşlerdir. Yine bu Neyzen için mevzu bahis değildir. Gençlik zamanlarında babasının götürmesiyle İzmir Mevlevî tekkesine gitmişse de çok kısa bir süre içersinde yaratılış tabîatı gereği buradan da kaçmıştır. Hülâsa, intisâp ettiği bir kişi ve devam kıldığı hiçbir yer yoktur. Yazımıza Tevfîk’in insan, mûsıkî, mal-mülk vb. konularında tespitlerde bulunduğu söz ve şiirlerinden birkaçına yer vererek noktalayalım. ‘’Rebâb-ı hîçîde tannan bir ihtizâz-ı figân, Temevvücât-ı nagamdır, budur budur insan’’, bizim basit tercümemizle Üstâd insana dâir şunu ifâdeye koymaktadır: ‘’İnsan, hiçlik rebâbında hafifçe titreyen bir feryâdın tınlaması ve dalgalanan nağmeleridir. İşte, insan budur’’.
‘’Olmadım meftûnu malın, rütbenin, sîm ü zerin, Zevki ü şevki neyle meydir rind-i âzâde-serin, Dest-i cûdundan çekip kallâvîyi Peygamber’in, Mazhâr oldun feyzine Neyzen Cenâb-ı Hayder’in, Kilk-i irfan-ı beyânın yazdı bu şi’r-i nevî.’’ ‘’Mûsıkî, vicdânî temennîlerin kabûlü için hakîkatin ağlayarak yalvarışıdır’’. ‘’Derd-i firâkın ile düşeli sevdâya meye, Müptelâyım, deliyim, sinmişim esrar-ı neye, Feleğin kahpe başında paralansın parası, Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye’’ Neyzen’in vefâtından sonra kardeşi Şefik Kolaylı’nın bildirmesi üzerine, cebinden çıkan son dörtlük şudur; ‘’ Felsefemde yok ötem, ben çünki sırr-ı vâhidim Cem-i kesrette yekûnen sıfr-ı mutlak olmuşum Yokluğumla âşikârım Ehl-i Beyt’e âidim Secdemin şeklindeki ism-i Muhammed şâhidim’’. Yazımızın sonuna gelmiş bulunmaktayız. Burada yazdıklarımızın hemen hepsini size takdîm etmiş olduğumuz kitaptan aldık. Yazdıklarımızın bir kısmında şahsî yorumlarımız olmakla birlikte, geneli kitaptan olduğu gibi aktarılmıştır. Yazımızın giriş bölümünde belirttiğimiz gibi bize yanlış anlatılan ve öğretilen Tevfîk’i tanımak ve hakkını yerden kaldırarak, büyük Neyzenlerden Süleyman Erguner (torun) hocamızın da dediği gibi rûhuna özür mâhiyetinde bir kelâm etmek tüm hak ehline bir borçtur. Tanıttığımız diğer kitaplarda olduğu gibi bu kitabı da ney ve neyzene dâir pekçok bilgiye vâkıf olmak isteyen kıymetli okuyuculara tavsiye ederiz. Son söz olarak; ‘’Ney susar, mey dökülür, gulgule-i cem de geçer’’. (Üstâd-ı Âzam, Neyzen-i Âzam, Hâfız, Rabb’ül ney Tevfîk Kolaylı)