NEY (ناي)

Türk mûsikisinde kullanılan nefesli bir saz.

Farsça’da “kamış” anlamına gelen nây kelimesi Türkçe’de uzun süre bu şekilde kullanıldıktan sonra zamanla neye dönüşmüştür. Ney üfleyene nâyî (neyzen), neyzenler topluluğunun başına da sernâyî (serneyzen) denir. Kamıştan yapılmış müzik aletlerinin en eski örneklerine Mezopotamya’daki kazılarda rastlanmıştır. Sumerler yukarıdan aşağıya doğru üfleyerek çalınan kamış boruları “kagı”, “tigi”, “ni”, “na” gibi kelimelerle ifade etmişlerdir. Dilli borulara Sumerce’de “na” ismi verildiğine göre nây kelimesinin bu isimden geldiği söylenebilir. Anadolu’nun birçok yerinde kamışa “kargı” denildiği göz önüne alındığında “kagı” kelimesinin de neyin yapıldığı kamış bitkisiyle olan benzerliğinden söz edilebilir. Eskiçağ’lardan bu yana Doğu’da kamıştan yapılan dilsiz sazlar için ney kelimesi kullanılagelmiştir. Uygurlar dönemine ait Turfan ve Hoço kazılarında bulunan bazı resimlerde dikey ve yatay tutuş şekilleriyle ney benzeri üflemeli çalgılar çalan insan figürlerine rastlanmıştır. Mısırlılar ve İbrânîler’den kalan çeşitli kabartma ve oyma resimlerle fresklerde de ney benzeri bazı sazları görmek mümkündür. Ayrıca eski Mısır’da Nil nehri deltasında bolca rastlanan kamışın müzik aleti olarak kullanıldığı yine taş kabartmalarda görülmektedir.

Mûsiki tarihinde ney kelimesinin geçtiği en eski kaynaklardan biri Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’nin (ö. 252/866 [?]) Kitâbü’l-Muśavvitâti’l-veteriyye min źâti’l-veteri’l-vâĥid ilâ źâti’l-veteri’l-Ǿaşreti’l-evtâr adlı risâlesi olup burada ney “nây-ı Rûmî ale’z-zıkk” (Rum ülkesinde yaşayanların keseli neyi) adıyla kaydedilmiştir. Bu da “torbalı mizmar” (gayda, tulum) ismiyle tanınan sazdır. Tulumun ucundaki kamış kısmına da ney isminin verildiği kaynaklarda belirtilmektedir. İbn Sînâ, Kitâbü’ş-Şifâǿ adlı eserinde Arapça’da kamıştan yapılmış aletlerin ortak adı olan “yerâa” kelimesiyle içine nefes üflenerek çalınan ney sazından ve surnây çeşidinden söz etmektedir. Safiyyüddin el-Urmevî er-Risâletü’ş-Şerefiyye’sinde ney konusunda açıklayıcı bilgiler vermiştir. Urmevî, Fârâbî’nin, bir cismin diğerine vuruş şiddeti ne kadar kuvvetli ise sesin o kadar tiz, ne kadar zayıfsa sesin o kadar pes olacağı yönündeki görüşünü eleştirirken nefesli sazlar dışında tek tele yapılan vuruşun şiddetli yahut hafif olmasının tizliği veya pestliği etkilemediğini, fakat kamıştan yapılmış nefesli aletlerde deliklere kuvvetli veya hafif üfleyişle tiz veya pest seslerin elde edilebileceğini söyleyerek neydeki delikler arasındaki mesafe ile üflenen kısımla delikler arasındaki mesafenin uzun veya kısa olmasının ve kamıştaki iç boşluğun geniş veya dar olmasının pestlik yahut tizliğin sebebi olduğunu anlatmış, ayrıca kamıştan yapılan sekiz delikli bir sazdan bahsetmiştir. Abdülkādir-i Merâgī Maķāśıdü’l-elĥân’da nây adı altında şu nefesli aletleri sıralamaktadır: Nây, nây-ı balaban, nây-ı sefîd, nây-ı çâvur, zemr-i siyeh-nây, nây-ı hiyk, surnâ (surnây). CâmiǾu’l-elĥân’da ise bu sazlar hakkında açıklayıcı bilgiler verir. Kırşehirli Nizâmeddin oğlu Yûsuf Dede’nin Risâle-i İlm-i Mûsikî adlı eserinde neyin öğretiminden ve yapısından söz edilmiş, Seydî’nin el-Matla‘ında yine neyin perde isimleri ve üflenişiyle ilgili bilgiler yer almıştır. Abdülbâki Nâsır Dede’nin Tedkīk u Tahkīk adlı eserinde ses sistemi neyin deliklerinden çıkan seslerle izah edilmiştir. Matbu Hâşim Bey Mecmuası’nda da neyin şekli üzerinde deliklerinden çıkan seslerin isimleri olan perdeler kaydedilmiştir. Rauf Yektâ Bey’in Türk Musikisi adlı eserinde ney hakkında verdiği bilgiler şu şekilde özetlenebilir: Ney bir kamış olmasına rağmen nefesli sazların en gelişmişidir. Ses rengi ve armoniklerinin zenginliği dikkat çekicidir. Nefes kuvveti ve dudak hareketleriyle her notanın beşlisi ve üst üste gelen iki sekizlisi elde edilebilir. Halbuki Batı flütlerinde aynı usulle ana sesin iki sekizlisi veya bir ara sesi meydana getirilebilir.

Neyin icadıyla ilgili olarak, Hz. Peygamber’in ilâhî bir sırrı Hz. Ali’ye söyledikten sonra Ali’nin bu sırrın mânevî ağırlığına dayanamayıp onu susuz bir kuyuya bağırdığı ve daha sonra bu kuyudan çıkan kamışlardan her rüzgâr estiğinde bu sırrın etrafa yayıldığı yolunda bir menkıbe anlatılır. Mûsiki kaynaklarında sıkça tekrarlanan bu menkıbe için Ferîdüddin Attâr’ın Manŧıķu’ŧ-ŧayr adlı eseri kaynak gösterilirse de burada sadece Hz. Ali’nin sırlarını söylediği bir kuyunun kanla dolduğu hikâye edilir, neyle ilgili herhangi bir ifadeye rastlanmaz. Ney öteden beri Türk mûsikisinin ve özellikle tekke mûsikisinin vazgeçilmez sazı olmuştur. Neyde bulunan yedi adet deliğin tasavvuf düşüncesinde “yedi esmâ” olarak yorumlanması ve neyin insân-ı kâmili temsil etmesinin yanında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin, “Dinle neyden …” ifadesiyle başlayan Meŝnevî’sinin ilk on sekiz beytinin neye ayrılması bilhassa Mevleviyye tarikatında neye farklı bir yer kazandırmış, bu sebeple ney bu tarikatta “nây-ı şerif” diye anılmıştır.

Türk mûsiki tarihinde pek çok neyzen yetişmiştir. Bunlar arasında XIII. yüzyılda Kutbünnâyî Hamza Dede, XVIII. yüzyılda Kutbünnâyî Şeyh Osman Dede, III. Selim, XIX. yüzyılda Abdülbâki Nâsır Dede, Hamâmîzâde İsmâil Dede, Mehmed Said Dede, Derviş İsmâil Şeydâ, Oksiyam, Hasîb Dede, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Yûsuf Paşa, Üsküdarlı Sâlim Bey, Sâlih Dede, Efendi Veli Dede, Aziz Dede, Bolâhenk Nûri Bey, Hüseyin Fahreddin Dede’nin isimleri anılabilir. Son devirde ise Giriftzen Âsım Bey, Nurullah Kılıç, Rauf Yektâ Bey, Mehmet Emin Dede (Yazıcı), Gavsi Baykara, Halil Dikmen, Neyzen Tevfik, Süleyman Erguner, Halil Can, Hayri Tümer, Ulvi Erguner, Aka Gündüz Kutbay, Doğan Ergin, Fuat Türkelman, Ahmet Yakupoğlu ve Niyazi Sayın

Kaynak (İslam Ansiklopedisi – M. Nuri UYGUN)

NEY HAKKINDA RİVAYET

Neyin var oluşu ile ilgili hikâye, Feridüddin Attar’ın Mantıkü’l-Tayr adlı eserinden şöyle nakledilmektedir: (18.Yüzyılda Türk Müziği, Charles Fonton , çeviren ve yayınlayan: Cem Behar, İst., 1987, sh. 80) ” Neyin îcâdı, Şarkta çok eskilere dayanır. Birçok güzel eserin yazarı olan ve Attar lakabıyla anılan Feridüddin, Mantıkü’l-tayr adlı eserinde neyin kökenini, Hz. Muhammed’in zamanına kadar götürür. Feridüddin’e göre bir gün müslümanların peygamberi olan Hz. Muhammed, damadı Hz. Ali’ye bir sır açıklamış. Bir kuyunun başındaki Hz. Ali, başını kuyunun içine eğerek Hz. Muhammed’in esrarlı sözlerini tekrarlamış. Daha sonra, Allah, o kuyuda son derece uzun bir kamış yaratmış. Oradan geçmekte olan bir çoban da bu kamışın ucunu keserek kendine bir kaval (ney) yapmış. Bu çobanla günün birinde karşılaşan Hz. Muhammed, Hz. Ali’ye açıklamış olduğu sırların çobanın kamışından çıktığını duymuş. Hz. Ali, yaratılan mûcizeyi görünce de Peygamber’e olan sevgi ve bağlılığına şükretmiş. O zamandan beri müslümanlar kamışlara büyük îtibar gösterirler. Belki de neylerin, hâlâ Hz. Muhammed’in kutsal sözlerini tekrarladığı sanıyorlardır. Bunun içindir ki ney, öncelikle dinsel, mistik ve ahlâkî bir nitelik taşır. Celâleddin’in Mesnevî’si baştan sona bu konudadır. Dönerek ibâdet eden dervişler, tarikatlarını doğrudan ilgilendiren ve pirleri tarafından yazılmış bu kitabı kutlu sayarlar.”

Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum.

Sed ut perspiciatis unde omnis iste natus error sit voluptatem accusantium doloremque laudantium, totam rem aperiam, eaque ipsa quae ab illo inventore veritatis et quasi architecto beatae vitae dicta sunt explicabo.

MESNEVİ’NİN İLK ONSEKİZ BEYTİ

Duy şikayet etmede her an bu ney,
Anlatır, hep ayrılıklardan bu ney.

Der ki feryadım kamışlıktan gelir.
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.

Ayrılıktan parçalanmış, bir yürek,
İsterim ben, derdimi dökmem gerek

Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.

Ağladım her yerde hep ah eyledim.
Gördüğüm her kul için ‘dostum’ dedim.

Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.

Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerede bir göz, nerede bir can kulak!

Aynadır ten can için, can ten için.
Lakin olmaz can gözü her kimsenin.

Ney sesi tekmil, hava oldu ateş,
Hem yok olsun kimde yoksa bu ateş.

Aşk ateş olmuş dökülmüştür neye,
Cezbesi aşkın karışmıştır meye.

Yerden ayrı dostu ney, dost kıldı hem.
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.

Kanlı yoldan ney sunar hep arzuhal,
Hem verir mecnunun aşkından misal.

Ney zehir, hem panzehir ah nerede var?
Böyle bir dost, böyle bir özlem var!

Sırrı bu aklın, bilinmez akıl ile,
Tek kulaktır müşteri, ancak dile.

Gam dolu günler, zaman hep aynı hal.
Gün tamam oldu yalan yanlış hayal!

Gün geçer, yok korkumuz her şey masal.
Ey temizlik örneği sen gitme kal.

Kanar her şey tek balık kanmaz sudan.
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.

Olgunun halinden anlar mı ham?
Söz uzar kesmek gerektir ve’s-Selam.
(Feyzi HALICI’ nın çevirisiyle)